22 Ekim 2014 Çarşamba

Aman dişlere dikkat!

Gülümsemeyi hatta benim gibi kahkaha atmayı sevenleri yakından ilgilendireceğini düşündüğüm bir konu bu. Hele de gülerken dişlerinizin nasıl göründüğü konusunda takıntılıysanız vay halinize... Çok küçük yaşlardayken çok fazla diş ağrısı çekmiş ve birkaç dişimden olmuştum. Neyse ki kaplama denen bir yöntem var da görüntüyü kurtardık. O zamanlardan beridir dişlerimle ilgili sıkıntım olmuyor diyordum ki "şeytan kulağına..." demeyi unuttum zaar.
Geçtiğimiz günlerde tarifi imkansız bir ağrı çekmeye başladım. Hani şu " Allah düşmanıma vermesin" dediğimiz türden... Çekenler bilir, sabaha kadar uyutmadı meret. Ertesi gün dişçinin yolunu tuttuk tabi. Kanal tedavisi falan derken güzelim dişi öğüttüler mecburen. Dolgu yapıldı ardından. İki ay geçmedi ki bir gün çattttt.. diye bir ses! Eyvah dedim dolgu kırıldı. Hoppalaaaaa... Gittik dişçiye meğerse nasıl başardıysam dişimi kırmışım dolgu kalmış ortada. Bugün de dişimi tamamen almak zorunda kaldılar. Şuan acı içinde yazıyorum bu satırları. Dişi kaybettiğime mi yanayım, çektiğim acıya mı yoksa gülerken çıkacak boşluğa mı? O nedenle dostane bir tavsiyede bulunmak istedim...
Siz siz olun sahip olduğunuz herşeyin ama herşeyin kıymetini bilin. Özellikle de dişlerinize iyi bakın. Ne kadar önemli olduğunu kaybedince fena anlıyorsunuz ama iş işten geçmiş oluyor.
Sevgiler...

14 Ekim 2014 Salı

Radyo Serüvenimiz Başlasın


Deneyenler bilirler ki medya sektörü hangi kolda olursanız olun bir kez bulaştınız mı bağımlılık yapar. Kazancı asla doyurmaz, yorucudur, çok emek ve zaman ister ama bir o kadar da zevkli ve cezbedicidir. Hele de benim gibi iletişimi ve sosyal olmayı seviyorsanız bu iş tam size göredir.
Ben de kendimi tamamen bu sektöre ait hissediyorum. Önceleri gazetecilikle başladım ama bana yetmedi. Halbuki o alanda da çok başarılı işler yaptım ama sonra bir de baktım sıkılmaya başlamışım. Radyocu bir arkadaşım "senin kadar konuşmayı keyfe dönüştüren biri kesinlikle radyocu olmalı, gel bir kez dene" demişti. Ama benim bazı katı düşüncelerim var mesela tepeden inme meslek atamalarına karşıyım. Ortalıkta bu kadar eğitimli işsiz dururken ne haddime dedim. Sonra eğitimini almaya karar verdim. Anadolu Üniversitesi Radyo&Tv Programcılığı okudum. Hala hazır değildim. Bir işi aşkla yapmak ne kadar mühimse layığıyla yapmak da o kadar mühim bence.Bir de pratik kursu almam gerekiyordu. Dinleyenlerimize saygıda kusur etmemek için sesleniş tarzımıza kadar öğrenmek gerekir değil mi? Dün resmi olarak kursumun ilk günüydü. İnanılmaz eğlendim ve şimdiden başarılı bir gelecek görüyor gibiyim. Kurs bitiminde bu işi hakkıyla yerine getirebileceğim bir fırsat çıkar karşıma inşallah. Ne diyelim Allah utandırmasın!

13 Ekim 2014 Pazartesi

Ruhuma açılan bir kapı keşfettim : KARAKALEM


Kendimizi bildik bileli hep şunu duyarız: "Yetenek dediğin doğuştan gelecek arkadaş". Belki çoğu insan bu anlamda oldukça şanslı diye düşünürüz. Doğuştan sesleri güzeldir, oyunculuk kabiliyeti vardır, futbol yeteneği vardır, boyu uzundur manken olur veya basketçilik için bulunmaz oyuncudur, genlerinin taşıdığı özellikler doğrultusunda sayabileceğimiz daha bir sürü şey...

Bazıları da vardır ki sosyal konumu ve maddi şartları öyle yüksektir ki, olmasa da bir yetenek yaratmaya zorlar kişiyi ve başarır da doğrusu. Gel gelelim bazıları da vardır ki ölesiye "inanır"evet yanlış duymadınız sadece inanır. Sizlere belki herkesin bildiği ama benim tecrübe ettiğim bir sır vereyim mi?
İnanmak ve yeterince istemek sahip olunabilecek en büyük yetenektir. Buna sahip olan kimselerin önünde durabilecek her engel er yada geç aşılır ve hedefe ulaşılır.Ben hangisi miyim?
Tahmin edeceğiniz üzere inananlardan...
Önce bir yeteneğim olduğuna inanmayı seçtim sonra da defalarca yılmadan denemeyi. Bu aşamaları başka bir yazımda ayrıntılarıyla anlatacağım. Ruhumda aydınlık yaratacak olan keşfim Karakalem merakımla başladı ve sonra keşfe çıktım.

Bu çizimler de bazı örnekleri. İnanmak başarmanın yarısı diye klasik bir söz vardır. Ben yolu yarılayalı çok oldu. Artık yoğunlaşma vakti :)

8 Ekim 2014 Çarşamba

Babamın mini çiftliği

Büyük şehirlerin sıkıntıları saymakla bitmez. Özellikle de İstanbul'da yaşayanlar için trafik ve gürültü apayrı bir yılgınlık sebebidir. Bu nedenle gerek hafta sonları gerekse bayram tatilleri bikaç gün bile kaçamak yapıp şehir dışına çıkmak inanılmaz iyi gelir ruhumuza. Biz de her tatilde babamın Silivri'deki minik çiftliğine gideriz. Bilmeyenler için özet geçecek olursak Silivri İstanbul'un Tekirdağ sınırındaki en uç noktası olup sakin ve deniz kenarında tertemiz havasıyla bilinen tatil semtidir. Daha tabelayı görmeden yosun kokusunu alırsınız. Deniz sevdalıları bu havanın yarattığı büyüyü iyi bilirler.
Benim ailem yaz kış orada yaşadıklarından ortam müsait olduğu için olabildiğince doğal yaşamı tercih ederek sebze ve meyvelerini kendileri yetiştiriyorlar. Bir de ufakça bir alanda yaklaşık 30 tane tavukları var. Civcivinden horozuna kadar her birinin sesi karışıp köy havası yaratıyor. Eski insanların neden uzun ve sağlıklı yaşadıklarını merak edenler buyursunlar. Bize bu tatil babamın mini çiftliğinde inanılmaz iyi geldi. Umarım hepinizin bir gün için bile olsa bu güzelliği yaşayacak ortamınız olur. İnanın bir günde gençleştiğinizi hissedeceksiniz. Sevgiler...