23 Aralık 2016 Cuma

SaydamAnne'den Körili Ekmek

Malumunuzdur efenim biz sofrada ekmek olmadan doyduğunu anlamayan bir milletiz. Ekmek yemeye engel teşkil edecek ciddi bir sağlık sorunumuz olmadıkça cuk ekmek cuk yemek!
Hadi kızlaaarrrr samimi olalım lütfen! İçimize çeke çeke yürümekten patlayacakmış gibi sıkıntı veren ayva(!) göbekçiklerimizin asıl sebebi de bu ekmek sevdamız değil mi zaten? :)
Neyse velhasıl kelam konumuz bu değil, dağılmayalım.
Madem ki bu sevdamızdan vazgeçemiyoruz, e dışarıdan alınca da aklımıza kırk tilki hücum ediyor "amaaaannnn şimdi bu ne şartlarda hazırlanıyordur, elleri değiyor mudur, hijyen hassasiyeti var mıdır vs. vs."
Hele ki bir de satın aldığınız ekmeğin içinden tanımlayamadığınız cisimcikler çıkmışsa vay halinize. Nitekim ben o şanslı(!) kişilerdenim.
Ekmeğimden çuval parçası, fare pisliği, erkek kılı vs. (devam etmeyeyim ki sizin de mideniz kalkmasın ) çıkınca canıma tak etti. Hele bir de anne olunca kendimi geçtim ama kızıma asla yediremem bu ekmekleri. Ben de kendi ekmeğimi kendim yapmaya karar verdim. Bir süredir kendi ellerimle misler gibi pofuduk ekmekçikler yapıyorum. Şimdi de değişik neler katabilirim de ekmeğin besin değerini artırabilirim diye düşünüyorum. Tabi göze de hitap etmeli yaptığım şey ki keyifle yiyebileyim ve hatta kızıma da verebileyim. İlk olarak ceviz kattım müthiş oldu. Birkaç kez böyle yaptım. O da beni kesmedi :)
Risk almadan rahat edemiyorum. :)
Geçtiğimiz günlerde mutfağımdaki en değişik baharatın KÖRİ olduğunu fark ettim. Hem rengi, hem kokusu, hem tadı, hem besleyiciliği...
DİPNOT: Ben tam bir baharat delisi, tutkunu, sevdalısıyım :)
Tabi tahmin edeceğiniz üzere genelde tavuk, makarna, et yemeklerinde fevkalade lezzet olarak krema eşliğinde kullanılan köriyi ekmek hamuruna katıverdim. Valla da kattım billa da kattım. :)
Sonuçtan biraz endişeliydim ama ben hayatım boyunca bu kadar güzel bir ekmek yemedim.
Yumuşacık, mis kokulu, renkli, lezzetli...
Yakın zamanda zerdeçallı ve tarçınlı deneyeceğim. Köriden sonra oldukça cesaretlendim doğrusu.
Tarifi de yazayım şuraya bir yere denemek isteyen olur belki. Haaa bu arada kızımın çorbalarına da katıyorum o da bayıldı. Eşim zaten ne versen yer saolsun :) Ama "hımmmm" sesini çıkardı memnuniyet ifadesiyle :)
Güvenle deneyebilirsiniz.


Körili ekmek Tarifi:

- 4 su bardağı un
- 2 su bardağı süt veya su (ben süt kullandım)
- 1 yemek kaşığı tereyağı veya margarin
- 1 tatlı kaşığı instant maya
- 1 yemek kaşığı tepeleme şeker
- 1 tatlı kaşığı silme tuz
- 1 tatlı kaşığı köri baharatı

Yapılışı:
Bir kaba un, maya, şeker, tuz ve köriyi koyup iyice karıştırıyoruz. Bir tencerede sütü azıcık el yakacak kıvama kadar ısıtıyoruz. Yağı da içine koyuyoruz ki erisin. Isınan sütü unlu karışıma ekliyoruz ve yoğuruyoruz. Yumuşak ele yapışan bir hamur elde ediyoruz. Ağzını kapatıp bir beze sararak sıcak bir ortamda 1 saat mayalandırıyoruz. 1 saat sonra kabaran hamuru tezgaha veya masaya biraz un serperek hamuru boşaltıp unluyoruz. Uzunca yuvarlayıp 4 parçaya bölüyoruz. Her parçayı elimizi unlayarak yuvarlayıp beze yapıyoruz. Yağlı kağıt serip un serptiğimiz tepsiye aralıklı olarak diziyoruz. Yarım saat kadar da tepside sıcak ortamda mayalandırıyoruz. Fırına koymadan önce üzerine susam ekmek istiyorsanız sıvıyağ veya zeytinyağı sürüp susam ekebilirsiniz. 200 derecede 15 dakika ısıttığımız fırına alıp yaklaşık 35 dakika üzeri kızarıncaya kadar pişiriyoruz. Piştikten sonra soğuyana kadar fırında bırakıyoruz ki içini iyice çeksin.
İşte hepsi bu kadaaarrr...
Afiyet olsun. ;)




22 Aralık 2016 Perşembe

Sarılalım Sımsıkı!

Ne demiştik en son?
Ben gezmelere çıkacaktım da, eğlenecektim de, buralarda size anlatacaktım da falandı da filandı...
Milletçe yediğimiz her lokma, peşi sıra patlayan bombalar ve yitirilen canlarla boğazımıza düğüm düğüm olmadı mı?
Ne içime sindi, ne içim çekti. Çıkmadım, çıkamadım!
Minik kelebeğim, güzel kızım Eylem Naz'ımla bol bol oynamak ve sıkı sıkı sarılıp kokusunu taa içime çekmek daha iyi geldi. Sevgi iyileştiriyor. En sevdiklerine sarılmak her derdin ilacı hakikaten.

Sorgularken beynimizin yandığı, kabak gibi ortada olan gerçeklere müdahale edemeden her şeyin oldu bittiye getirilmesi ve dönen kirli çarkların ortasında bir HAYAT değil de kelle sayısından ibaret olmak koyuyor insana...
Aynaya bakamaz olmuşken, korktuğumu hissetmesin diye evlatlarımızın da gözlerine bakamadığımız zor günlerden geçiyoruz. Daha fazla kan, gözyaşı, çaresizlik, ölüm olmadan bit artık ulan 2016 bit de bi git yahu!
Sen de bir an evvel ihtiyacımız olan umut ve güzel günlerle dolu olarak gel 2017 gel be yahu!
İhtiyacımız var umutla, coşkuyla, güzel sözlerle, gülen gözlerle birbirimize bakmaya...
İhtiyacımız var yaralarımızı sarmaya...
İhtiyacımız var olan gücümüzle "geçecek" diyerek umutla birbirimize sarılmaya ve güzel günlerin vaadiyle yeni güne uyanmaya...
Her gün, her saat, her dakika, her an... Daha sıkı sarılalım hayatımıza, sevdiklerimize...
Sarılalım sevgiliye,
evlada,
anne babaya,
kardeşe,
eşe dosta...
Sevelim tüm açlığımızla... Tüm dünyayı saracakmış gibi sevgimiz. Hiç zulüm kalmayacak gibi coşkuyla sevelim. Üşüyen çocukları örtecekmiş gibi, ağlayan anaları dindirecekmiş gibi, dökülen kanları silecekmiş gibi...
Olur ya belki yeniden kurtarırız dünyayı, insanlığı...
Çünkü sevmekle başlayacak yine tüm güzellikler...

12 Aralık 2016 Pazartesi

Kakalı Bez Basket Turnuvası


En son ne zaman kesintisiz uyuduğunuzu hatırlamıyor musunuz?
Sıcak yemek ve kahvenin ne demek olduğu hakkında fikriniz kalmadı mı?
Rüyalarınız bile eksik kalan işlerinizi hatırlatmak üzere kurgulanmış en saçmasından bilim kurguya mı dönüşüyor?
Gözünüzün önünde çişli, kakalı bezler mi uçuşuyor?
Kendinizi sürekli "Acaba önce hangisini yapsam" sorusuyla cebelleşirken mi buluyorsunuz?
"Aynaya bakmak" sizin için bir masal adı kadar uzak ve hayali mi geliyor?
Hiçbir şey yapmadığı gibi bir de sürekli dalga geçer gibi "uykusuz kalıyorummmmm" diye homurdanan ve çocuğun gelişiyle içindeki öküzü gün yüzüne taşıyan koca kişisinin şaşkınlığını mı yaşıyorsunuz?
ve daha çocuksuz hayatta akla hayale gelmeyen bir dolu saçmalık hayatının sinir bozucu gerçeği haline gelmişken siz yine de her günün sonunda KEŞKE değil de İYİKİ mi diyorsunuz?
Annelik kurumunun yegane üyesi olarak Hoşgeldin Taze Anne! :)
Birçoğumuz aynı dertlerden müzdaribiz hadi itiraf edelim!
7 buçuk aylık annelik maceramda henüz gelebildiğim noktada tek eğlencem minik kelebeğimin çişli kakalı bezleriyle evin sabit bir köşesine koyduğum özel çöp kutusuna basket atmak. :)
Yanlış duymadın!
Her defasında değişik bir noktadan atıp "tam isabet" diye çığlık atan bi manyak hayal et şimdi!
Heh işte o ben oluyorum.
Tek kişilik dev kadro olarak evde turnuva dahi düzenledim de kimsenin haberi yok. Saçmalık demeyin "anne olunca anlarsın" derim bedduaya girer sonra... :)
7 aydır kendime vakit ayır(a)mamak ve eğlence adına bebeğimi türlü şebekliklerle güldürmek dışında hiçbir faaliyette bulunmamak biraz çarpmış olabilir.
Tam bir anne sütü sever ve yemek de sever bir bebek sahibi olunca(çok şükür ki) besin kaynağı olarak çok uzaklaşamıyorsun haliyle.
Ama en kısa zamanda mesela yarın(pazar) bu durumu biraz değiştirmeyi düşünüyorum. Eylemcik babaanneye postalanacak (postalanacak dediysem de uzağa değil hemen üst kata)
birkaç saatçik ve biz koca kişisiyle baş başa (artık ne kadar olursa) dışarı çıkacağız. Plan bu tabi uygulayabilirsem.
Sonuç ne olacak bakalım. Duruma göre yine buradan yazacağım bakalım nasıl bir duyguymuş kendine vakit ayırmak bir hatırlayayım.
Ufkum açılsın azıcık yahu. Haaaaa sakın bunları okuyup çocuk yapmaktan vazgeçeyim demeyin. Her şeyi daha anlamlı kılan kelebeğim Eylem Naz'ım iyiki var iyiki doğurmuşum minnoşumu. :)
Sakın bu güzel hissi ertelemeyin derim her şeye rağmen...
Sevgiyle Kalın...


Taze Anneden Merhabalar!


Merhaba diyerekten giriş yapıyorum ancak beni blog dünyasından tanıyorsunuz zaten. Nasıl mı?
Daha önce zaten blog yazıyordum. Ta ki 8 ay önce minik kelebeğim Eylem Naz ımı dünyaya getirene kadar.
www.odabirseymiki.blogspot.com olan blog sayfam küçük bir isim değişikliği ile www.saydamanne.blogspot.com oluverdi. Tamamen kendi iç dünyamı yansıttığım kimi zaman da ince dokunuşlarla gündeme maydanoz olduğum bir sayfaydı kendileri. Kapatmadım. Kapatmaya kıyamadım. O da benim bebeğim :)
Sadece isim değişikliği yaparak yazılarıma anne kimliğimle devam ediyorum. Eeee sen misin yazmaya bu kadar ara veren!)
Ben de minik mucizemi, Eylem Nazımı kucağıma aldığımdan beridir hayata onun gözüyle bakıyorum. Ondan önce ve ondan sonra diye ikiye ayırdım yaşamımı. Hatta öyle ki ondan öncesi bomboş geliyor diyebilirim(eminim herkes için öyledir).
8 aylık bebek bakım, alışma ve öğrenme mücadelesinin ardından eski olan her şeyi rafa kaldırdım. Yaşamım komple değişmişken hiçbir şey eski kalamazdı. Madem öyle bloğum da değişmeliydi.
Bu kararı aldıktan sonra birkaç saat oturup düşündüm(!) (desem de inanmayın anne olunca asla birkaç saat oturacak vaktiniz olmuyor). Evin içinde ay şurayı da toplayayım, aman burası da tozlanmış, elim değmişken şunları da yıkayayım,vaktim varken yemeği de yapayım... Sonu gelmeyen ve bebeğin uyanmasıyla son bulan hallerden birinin tam ortasındayken düşündüm. Ben kimim? Kendimi en iyi nasıl ifade edebilirim? 
İşe yarar fikirleri bekletmek zaman israfı gibi geldi her zaman. düşündüğümün kullanışlı bir fikir olduğunu sezdiğim an atomu parçalayacak güç ve akılda hissettiğim de tartışılmaz bir gerçek. Bu heyecan olmasa zaten o acelecilik de olmaz.
Sözün özü odur ki EYLEM olmadıkça fikrin ya anlamı yoktur ya yanlış kafadadır yada zamanı gelmemiştir. :)
Saydamlık olmayan her eylemse (fikrimce) yalan/giz içerir ve gümlemeye mahkumdur. 
Blog ismi de kendisi de böylece oluşmuş oldu.
Bundan böyle aklıma düşen her konuda yazmak ve paylaşmak üzere SaydamAnne olarak burada blog dünyasında olacağım.
Sevgiyle kalın.
İşte benim minik ve dünyalar güzeli kelebeğim...


4 Nisan 2016 Pazartesi

Bebeğime Mektup

Mucizem, hediyem, en kıymetlim, güzeller güzeli yavrum, Eylem Naz'ım...
Bugün 37 hafta 3 gün önce başladığımız mucizevi yolculuğun son günlerindeyiz.
Kavuşmamıza o kadar az kaldı ki!
Seni önce hissettiğim sonra da öğrendiğim 13 Ağustos Perşembe gününden beridir her gün sana sesleniyor ve iletişim kurmaya çalışıyorum aslında. Bağımız o kadar güçlü ki daha en başından beridir beni tanıdığını ve hissettiğini biliyorum.
Aslında bu yazıyı çok uzun zamandır kaleme almak istiyordum. Hatta kendime ilk günden beridir program yapıyordum, haftada en az bir yazı yazıcam diye...
Söz konusu annelik ve bir bebek sahibi olmak, dünyaya yeni bir insan getirmek olunca kelimeler tükeniyor, tüm programlar alt üst oluyormuş meğerse...
Yazmak için her başladığımda hiçbir kelime seni anlatmaya, duygularımı tarif etmeye, içinde bulunduğum ruh halini şekillendirmeye yetmedi, yetemedi. Yada ben hiçbir kelimeyi kutsayamadım.
Çünkü sen benim için en kutsal emanetsin minik kelebeğim. Seni ifade eden her harf benim için dünyanın en kutsal kitaplarındaki duaların temsili...
Seni ilk hissettiğim gün sabahın köründe, göğsümden patlayıp dışarı fırlamak isteyen büyük bir enerji ve mutlulukla uyandım.
O güne kadar olduğu gibi hislerime yine güvendim ve tartışmasız aklıma geleni yaptım. Testi uyguladım. Bekleme süresinde gidip ortalığı toparlamaya koyuldum nedense. Sanki ne acelesi varsa :)
Neredeyse unutuyordum testi.silik pembe olması gereken çizgiler daha karşıdan kıpkırmızı gülümsüyordu bana :)
Bir taraftan hislerimin kuvvetinin beni yanıltmadığını düşünürken bir yandan da aslında beklentisizce yaptığım testin sonucunun şaşkınlığında bir müddet ne yapacağımı bilemedim.
Bir odaya bir banyoya gidip geldim. Heyecanım kat ve kat artmıştı. Bir an önce birileriyle sevincimi, mutluluğumu, heyecanımı paylaşmazsam patlayacakmışım gibi geldi. Ama bir taraftan da teknoloji her ne kadar gelişmiş olsa da hata payının her zaman yüksek olduğu düşüncesiyle ya sonuç doğru değilse fikri beynimi ele geçirdi. Her ne kadar hisleri kuvvetli olsa da anneciğin çok garanticidir bebeğim. Her şey kesin sonuçlu ve hatasız olsun ister.
Akşam babacığına testi gösterdim. Önce algılayamadı sonra algıladı ama ne tepki vereceğini bilemedi sonra duygulandı ama ağlamakla çığlık atmak arasında gitti geldi ve sonra "kesin mi?" dedi :)
Çok komik adam senin şu baban güzel bebeğim, ama dünyadaki en iyi, en mükemmel insanlardan biri olduğuna yemin edebilirim. O kadar şanslısın ki!
Hemen ertesi gün gidip erken dönem testlerinden aldık ama uygulamak için sabahı bekledim. Sonuç daha net ve hatasız çıksın diye. Ama uyuyabilmek ne mümkün?
Sabah 05:00'ı zor ettim vallahi. :)
Hemen gidip testi uyguladım. Biraz bekledikten sonra sonuç pozitifti elbette, yine kıpkırmızı çift çizgi :)
Bu kez de babacığını bian önce uyandırıp paylaşmak istedim ama bir taraftan da kıyamadım. İşe gidecekti ve daha uyanması gereken saate tam 2 saat vardı. Uyandırsam ve güzel haberi versem heyecandan o da uyuyamayacaktı. Haber biraz beklesindi. 2 saat daha tek başıma yaşamalıydım heyecanı ne de olsa sevinmek için önümüzde 9 aylık uzun bir yolculuk bizi bekliyordu.
Tabi yine de 06:30' a kadar zor sabrettim.
Ağzım kulaklarımda, kocaman bir gülümsemeyle uyandırıp çizgileri gösterdim.  Bu kez daha oturaklı bir tepki vererek hem kocaman bir gülümsemeyle bana eşlik etti hem de kocaman sarıldı. Sonra da karnıma dokunup bebeğimize "merhaba" dedi. Ertesi gün de doktora gidip kan testiyle mucizemizi garantiledik.
Bu an, dünyadaki hiçbir zenginlikle ve hiçbir duyguyla kıyaslanamaz. Rabbim isteyen herkese bu mucizeyi nasip etsin.
İşte böyle başladı 38. haftasına vardığımız her anı birbirinden kıymetli yolculuğumuz. Nasıl geçecek diye sabırsızlanırken nasıl geçtiğini anlamadım :)
16 haftalık olduğunda içimdeki meleğin bir kız olduğunu, senin dünyalar güzeli bir kız bebek olduğunu öğrendik güzel yavrum. O gün her sorana o kadar çok gülümseyerek söyledim ki kızım olacağını. Tarifsiz bir mutluluk bombası daha patlamıştı içimde. Meğerse içten içe kız olmanı istiyormuşum demek :)
Ama erkek olsaydın da aynı şekilde mutlu olacağımdan ve aynı derecede seveceğimden şüphem yok.
İşte en net fotoğrafın. Bakışların tıpkı ben :)

Peki bunca zamanı nasıl mı geçirdik? Hiçbir şey için acele de etmedim. Hem sendeki hem de vücudumdaki her gelişmeyi, değişikliği yavaşça, sindirerek gözlemledim. Sürekli araştırdım, her haftaki değişikliği önceden bilmeliydim çünkü. Şaşırmak yerine ne yapmam ve nasıl karşılamam gerektiği konusunda hazırlıklı olmalıydım. Artık bir anne adayı olarak telaşlanmaya, cehalete, mantıksızlığa, geriliğe yer yoktu hayatımda.
Her konuda kendimi donatmalıydım ki sana tam anlamıyla hazır olabileyim.
Nitekim 38 haftadır her şey tam da istediğim gibi oldu. Ne eksik ne fazla.
Sen zaten yaşamımızdaymışsın gibi yaşadık babacığınla. Her şeyi 3 kişilik planladık. Gezmeye giderken hep seni düşünerek seçimler yaptık. Yediğimiz, içtiğimiz her şeyi senin sağlığına hitap ediyordu. Hakkını vermeliyim ki baban da bir dediğimizi iki etmedi bebeğim.
Anneannen, deden, teyzelerin, dayın, kuzenlerin, Lale yengen, Babaannen, deden, halan, amcan ve diğer sevdiklerimiz de bizimle beraber tüm gelişmeleri takip ettiler ve ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştılar. Şimdi de sabırsızlıkla geleceğin günü bekliyorlar.
Hepsine bir de buradan teşekkür edelim dimi annecim? :)
Kuzenlerin Çınar ve Rüzgar abilerin de sabırsızlıkla afacanlık yapacağınız günleri bekliyorlar. Rüzgar abin daha bir buçuk yaşında olduğundan şuan pek farkında değil tabi ama Çınar abin sürekli elini karnıma koyarak seninle konuşuyor. Eminim ki sen de onu hissediyorsun. Çünkü Çınar ne zaman seninle konuşmaya başlasa hareketlenip resmen tepki veriyorsun.
Bu durum da Çınar abini çok mutlu ediyor melek yavrum.
İşte bu sevimli minik ailemizin neşesi, akıl küpü, ilk göz ağrımız, ilk torun Çınar Paşa (5 yaşında) :)

Bu da ailemizin en yeni üyesi yakışıklı, sevimli ve afacan Rüzgar Paşa (1 buçuk yaşında) :)

Şimdi diyeceksin ki eeee annecim 9 ay yattın da neden şimdi bunları yazıyorsun, değişen ne?

Bugün 4 Nisan bebeğim. Anneciğinin doğum günü. Senin de doğumuna sayılı günler kala geldiğimiz bu günde duygu yoğunluğu yaşıyorum. Duygularım içimde dağ olup patlamadan yazarak anlatmak ve paylaşmış olmak düşüncesi çok rahatlatıcı geldi bitanem. Ayrıca gelecekte bu yazıyı okuyabileceğin günleri rabbim nasip ederse, hem senin hem de ailemiz için anılar ölümsüz olsun istedim bebeğim.
Çünkü ben çok isterdim annemin bana hamileyken neler hissettiğini bilmeyi. Senin de bunu isteyebileceğini ve hatta bunu bilmeye hakkın olduğuna kanaat getirdim.
Yazdığım hiçbir kelime coşkulu duygularımı tarif etmeye yetmiyor gibi hissediyorum. Ne desem az gibi geliyor. İnsanoğlu olarak üretebildiğimiz en güzel cümle Seni Seviyorum cümlesi.
Anneciğin daha seni görmemiş, dokunmamış, koklamamış olmasına rağmen seni çok çok ama çok seviyor güzeller güzeli bebeğim.
Sen doğduğunda kime benzersen benze, boyun, kilon, rengin ne olursa olsun benim için dünyadaki bakmaya kıyılamayacak en değerli mücevherden daha kıymetli olacaksın canımın içi yavrum benim.
Senin için hayatım boyunca her şeyimi feda etmeye hep hazır olucam. Elini hiç bırakmıycam. Allah nasip ederse ve birlikte uzun bir ömür görürsek eğer, her zaman ve her şartta sorgusuz, sualsiz yanında ve destekçin olucam. Yeri gelecek belki düşeceksin ama ben seni kaldıran el olucam. Hep en güvendiğin olmayı kendime görev bilicem bebeğim. Elbette hatalar, yanlışlar yapacaksın. Hatta belki ben de yapıcam. Ama hatalarımızın sızlattığı kırıklarımızı da birlikte onarıcaz. Rabbim önce hayırlısıyla en sağlıklı şekilde kavuşmayı, seni kucağıma almayı nasip etsin bebeğim. Sonra da ailemize sağlıklı, huzurlu, mutlu güzel ve uzun bir ömür nasip etsin ki geçmişte yaşayamadığımız her şeyi birlikte yaşayıp paylaşabilelim.
Seni çok seviyorum güzeller güzeli, melek yavrum.
Anneciğini daha fazla bekletme artık olur mu?
Tüm varlığımızla sana kavuşacağımız o güzel günü bekliyoruz.
Hayırlı gel, sağlıklı gel, bereketle gel annesinin kuzusu :)
Şimdilik hoşçakal Eylem Naz'ım, dünya güzelim benim...
Seni çok seviyoruz...






6 Temmuz 2015 Pazartesi

DENE VE GÖR!

Allah Kahretsinnnnn!
Lanet Olsunnnnnnnn!
Hay Şanssız Başımmm!
Zaten Kötüsü Gelmese Şaşardımm!
Bla Bla Bla Bla Bla…
Şimdilerde bir anket manyaklığıdır gidiyor. Neymiş efendim en mutsuz ülke hangisiymiş. Eee sıralama bu olunca bilin bakalım biz hangi sıralamaya giriyoruz. GONGGGGG…  Tabi ki mutsuzmuşuz biz aksini düşünebilen oldu mu saniyelik bir an bile?
İlk sırada da Afrika geliyormuş. Adamlar aççççççççç… Ne bekliyorsun empati kurmaktan yoksun anketör arkadaş!
Ne tür bir Polyannacılık oyunu lazım ki açken “olsun aç olsam da çok mutluyum, çok şükür” diyebilsin.

Gel gelelim bize!
Bu tür anket sonuçları toplumumuz üzerinde o kadar yoğun bir hakimiyete sahip ki anında istenilen yönde ALGI yaratılabilir.
Unutmayalım arkadaşlar nasıl ki değişim bireyden başlayıp topluma yayılıyorsa, mutluluk da öyledir. Kendini mutlu edemeyen ve mutluluğun tadını bilmeyen çevresindekileri mutlu edebilir mi?
“Her şey iyi, güzel, hoş da mutluluğun tadına durduk yere nasıl bakacağız kolay mı öyle ha deyince mutlu olmak” dediğinizi duyar gibiyim J

Evet arkadaşlar mutlu olmak çooooookkkkkkkkk kolay…
Desem de inanmayın çünkü bir o kadar da zor.
 Neden kolay çünkü olay bizde başlayıp bizde bitiyor.
Neden zor çünkü olay yine bizde başlayıp bizde bitiyor
İnsanoğlu dünyanın en ilginç ve inanılmaz varlığı. Kendi isteği üzerine hem mutlu hem de mutsuz olmayı başarabiliyor. Anında var gücüyle inanıp ve yine anlık bir sarsıntıyla inandığı her şeyden vazgeçebiliyor. Bir anda dünyanın tüm güçlerine karşı tek başına savaşabilecek kadar cesur ve güçlü olabiliyor. Bir diğer yandan bir böcekten daha aciz hale gelebiliyor ve ezilmeyi bekliyor.
Durum böyleyken hem kendimizi hem de yaşamımızı kontrol altına almak bizim elimizde görünüyor ki yukarda yazılanlara bakılırsa bu çok açık değil mi?
Mantıkla örtüşüyor mu, evet orada da bir sıkıntı yok!
O zaman var mısınız kendimizi kendi doğal ortamımızda kendi şartlarımızda MUTLULUK deneyi için kobay olarak kullanalım. Duyduğunuz en sevimli deney değil mi? Evet bence de öyle J
Şimdi şöyle yapıyoruz. Sayfanın en başına dönüyor ve orada yazan ilk dört cümle ve kendi tabirimizdeki türevlerini yaşamımızdan çıkarıyoruz.
“Kötü şans diye bir şey yoktur” felsefesini yaşamımızın en ortasına alıyoruz. Bizi en güçlü kılan yanımız inançlarımızdır. O halde var gücümüzle bir an bile tereddüt etmeden her şeyin bizim için bundan sonra kendi çabamız ve evrene yolladığımız pozitif enerjilerle çok güzel olacağına inanıyoruz.

Kolla kendini mutluluk biz geliyoruzzzz!
Ve ve ve…
Her şeyden önce kendimize mutluluğun tanımını yapıyoruz. Çıkan sonuç ise şu olmalı mutluluğun herkes için doğru olan bir tanımı yoktur.
Sizin mutluluğunuz vardır, benimki, onunki, ötekininki vs. vs.
Ama asla herkes için aynı olan mutluluk türü yoktur. Bu nedenle mutlu görünmeyi ve olmayı başaran insanlarla kendinizi kıyaslayarak halis duygulara kapılmayınız. Kendi içinizdeki o yüce enerjiyi keşfettiğinizde kendi mutluluğunuzun tanımını yaptığınızda diğer insanlar umurunuzda dahi olmayacak.

Şimdi kendimizden başlayarak kendi içimize ruhumuzun en derinine devam edecek uzun ve keyifli bir yolculuğa hazır mıyız?
O zaman sıkı tutunun ve kemerleri bağlamayı unutmayın, çünkü kendimizi bulma yolunda karşılaşacaklarımıza hazır olmayabiliriz ;)



12 Mayıs 2015 Salı

ZIPLAMADAN YÜRÜYEBİLEN VAR MI ?

İlkokuldayken farkındalık çalışmaları yapardık henüz yayılmamış olan bir sorun için. Renkli kartonlara kocaman harflerle yazardık "YERLERE TÜKÜRMEYİNİZ" diye. Bir de resimler çizerdik ağızdan tükürük yoluyla havaya bulaşan bakteriler, hastalıklar vs. vs. İstisnasız ilkokul eğitimi alan herkes bu aşamadan geçmiş ve durumun ciddiyetinin farkındadır diye düşünmekteyim, yoksa haksız mıyım?

Eeeeee... Millet olarak problemimiz ne acaba biri bana söyleyebilir mi lütfen? Ben sokakta dolaşırken istemsizce hapşırmaya bile çekinirken, koskoca adamların gözümün içine baka baka iç organlarını yırtarcasına sesler eşliğinde ortaya çıkardığı yumruyla HART diye yolun ortasına tükürmesinin rahatlığını ben kendime açıklayamıyorum. Hele bir de az gelişmiş semtlerde köşe başı bekçileri dediğimiz işsiz güçsüz kımıl zararlısı "serseri" tayfaları vardır ki ne demek istediğimi böyle semtlerin sakinleri çok iyi bilir. Öğleye doğru anlaşmalı gibi tek tek dökülmeye başlarlar aynı noktaya. İstedikleri sayıya ulaşınca o bölgenin tek hakimi onlardır artık, her türlü rezilliği yapmaya hakları vardır diye düşünürler. Çoğunun zaten aldığı uyuşturucu madde etkisi gözlerinden, hal ve hareketlerinden okunur. Öyle noktalarda dururlar ki civardaki tüm vatandaşların mecburi geçiş noktası. Herkesi görme gayretleri de hayret verici. Sonra uygun koşullar oluştuğunda başlarlar şaklabanlıkta yarışmaya. En büyük "eğlenceleri" de "tükürük savaşı" zannedersem. Dağıldıklarında aynı noktadan geçmek zorundaysan hoplamaktan zıplamaktan yürüyemezsin. Her adım sonrasına bir tükürük düşer. Kaldı ki görüntüdeki tiksinçliği söylemiyorum bile. Bu tiplerin toplanıp imha edilmesi gerektiğinde toplumun büyük bir kesimi hemfikir. Ne kadar acınası zavallıca bir durum. Ben yaşadığım ortamda dışardaki insanlara görsel, işitsel vs. hiçbir konuda rahatsızlık vermemek için bu kadar hassas yaşarken benim rahatça temiz bir yolda yürüme özgürlüğüm dahi hunharca elimden alınıyor. Hiç abartmıyorum sokağa çıkasım dahi gelmiyor. Sokağa çıkmamak çözüm olsa keşke. Bu tip boş insanlar boş boş sokak sokak dolaşmaya da bayılırlar. Her gün evlerimizin önünden hiç tanımadık acayip acayip tipler geçiyor. Yahu be adam yürü geç tamam yasak koyduğumuz yok ama ne yuttun da her 5 adımda bir şak diye tükürüyosun milletin kapısının önüne?
Sonra gel de camı aç, kapıya çık! Karşılaşacağım manzaradan korkuyorum artık.

Biz ne zaman bu kadar pis bir millet olduk. Bu kendini bilmezler kendilerini düşünmezler hadi, ufacık bebeler oyun oynuyor o sokaklarda hiç mi bakıp da vicdan yapmazlar, benim pisliğimden bu bebeler hasta olur mu acaba diye?
Nerdeeeeee? Bu duyarlılığa sahip olsa zaten böyle rezilce bir hareket yapmaz değil mi?
Bence artık sokakları, caddeleri yaşam alanlarımızı böyle hoyratça kullanan ve halkın sağlığıyla oynayan tükürükçülere ciddi cezalar verilmeli. Bu milleti ancak para cezası korkusuyla durdurabilirsin. En bağımlılık durumu sigaradaydı hepi topu 69 lira cezası var diye kapalı alanlarda sigara içmeyi hemen bıraktılar. Bir dal sigara içmek için yana döne açık alana koşuyorlar. Kaldı ki ruh ve beden sağlığımız için şu tükürükçülere de acilen bir çözüm bulmak gerekiyor yoksa ben ve benim gibiler artık yaşayamaz hale gelicez.